Bu kulaklar, bu ülkede, fay hattının yerinin değiştirilme kararı alınan toplantıları duydu. Üzgünüm ama depremden böyle kaçmanız mümkün görünmüyor. Apaçık ortada olan şu ki bu “doğa olayı” bakın altını çiziyorum “doğal afet” değil “doğa olayı” ancak ve ancak bilimle, eğitimle ve gerçeklikten kopmamakla normalleşebilir. Mesela biz mimarlar ve şehir bölge planlama uzmanları bir bölgenin yapılaşması için bir araya gelir ve imar planları hazırlarız. Kahramanmaraş için de hazırlanmış böyle bir imar planı vardı. İlk planda dere kenarlarında yapılaşma yasağı varken, yıllar geçtikten sonra yapılan bir imar plan tadilatı ile bu bölgeler yapılaşmaya açılıverdi. Sonuçları ise hepimiz için çok acı oldu.

 

Koruma ve restorasyon alanında çalışan bir mimar olarak; pek çok şehrin geçmişi ile detaylıca tanışma fırsatı buldum. Bu bazen çalıştığım yapının tarihçesini araştırırken bazen de kentin tipolojik gelişmesini incelerken kendiliğinden yaşadığım bir süreç oldu. Öğrendiğim şey ise kentlerin belli bir ritmi, geçmişten bugüne dek yaşadıkları arasında güçlü bağları olduğuydu. Örneğin İstanbul’da bulunan güçlü fay hatlarının geriye dönük kırılma tarihlerine baktığınızda, 200-250 yıl periyodunu görmek gibi. İzmit körfezinden Tekirdağ’a uzanan fay hatlarının en son 1766 yılında kırıldığını biliyoruz. Geriye dönük periyoduna baktığımızda hiç bu kadar uzun süre sessiz kalmadığını görebiliyoruz. Bu da demek oluyor ki İstanbul depremi, bir “an” kadar yakınımızda…

Maraş’ta geçmişten günümüze dek yaşanan depremlerin tarihlerine bakalım: 1114, 1514 ve 2023

Akıl ve bilim dışı atılan her adımın bedeli elbette çok ağır olacaktır. Bir kentin geçmişini bilmeden o kenti planlamak mümkün değil. Bir yerde eksik, topal kalır bu plan. Planlanmış bir kent içinse; tadilat adı altında ana planın ilkelerine taban tabana zıt kararlar alınamaz. Bütüncüllüğü bozulamaz. Tüm bunları anlatmamın sebebi, bunca yıldır var olan ve pek çok medeniyete ev sahipliği yapan bu toprakların okumasını doğru yaparak alabileceğimiz birçok tedbirin varlığını ortaya koyabilmektir.

Bir diğer konu ise deprem anında nasıl hareket edeceğimiz. Öncelikle şunu kabul etmek gerek ki depreme nerede yakalanacağımızı bilmiyoruz. Evde, yatakta, işte, asansörde, denizde, trafikte… Önceliğimiz bir yapı içinde yakalandıysak, vücudumuzu olabildiğince küçültmek ve başımızı korumaktır. Yakınınızda bir kitaplık varsa ona yakın bir yerde cenin pozisyonu alabilirsiniz. Kâğıt sıkışabilen bir malzeme olmadığı için üzerine yük geldiğinde yanında hava boşluğu yaratır. Aynı mantıkla bir koltuk, yatak, baza gibi mobilyaların yanları da hayatta kalmak için üçgen alanlar yaratabilir. Gidip bir masanın altına girerseniz, masanın üzerine düşen beton ya da kiriş masa tablasını kıracak ve sizi de altında ezecektir. Ya da yatağın yanında yere çökerseniz, omurganıza alacağınız darbe hayatta kalmanızı mümkün kılmayabilir. Yapının çökmesi durumunda bulabileceğiniz hayat üçgenleri maalesef son derece dar olacağı için ancak yere yatıp cenin pozisyonu alırsanız bir şansınız olabilir. Bunu bile okullarda “çök-kapan-tutun” şeklinde öğrettiklerini görüyor, duyuyorum. Çökerek, yıkılmış bir yapıdan kurtulan birine henüz rastlamadım ve buradan bunu bir kez daha ifade edeyim. Bu yöntem doğru değil.

Yere yatarak, olabilecek en küçük halinizi aldıktan sonra önemli olan birkaç nokta var. İlki nefesinizi idareli kullanmak. Ne kadar orada kalacağınızı bilmiyorsunuz ve panikle bağırıp çağırmak işleri zora sokabilir. Kurtarma ekipleri geldiğinde sesinizi çıkaramayacak hale gelebilirsiniz. Bunun için sakin ve sağduyulu kalmak zorundasınız. Mümkünse bir düdük ya da bir nesneyi bir yere vurmak gibi ses çıkarabileceğiniz farklı alternatifler yaratmak gerekir. 99 Depremi’ni İzmit’te yaşamış biri olarak şunu söyleyebilirim ki o an deprem çantası filan düşünecek haliniz ve fırsatınız olmuyor. Kendi evimde de böyle bir hazırlığım yok açıkçası. Enkaz altında kalırsanız zaten çantayla bir iletişiminiz olamıyor. Yapı çökmeden çıkabildiyseniz de bir şekilde; su, ekmek, hayatta kalacak kadar besin buluyorsunuz. Açlıktan ölmek o kadar kısa bir süreç değil nitekim.

Çok iç açıcı bir gündem olmadı bu kez fakat bu bilgileri paylaşmak zorundayız. Deprem gerçeğini kabul etmek ne yapacağımızı ne yapmayacağımızı bilmek zorundayız.

İmar afları çıkaran, çürük binalara göz yuman, deprem gerçeğini görmezden gelen, tedbir almayan, afet planı olmayan, önüne gelenin müteahhitlik yapmasına izin veren, mesleği mimar ya da mühendis olmadan, ilkokul mezunu insanların inşaat yapabildiği bu düzende, ben bir mimar olarak bunları söylemek zorundayım. Dilerim yokuş aşağı giden bu sistem, daha fazla canımız yanmadan bir an evvel gerçeklerle yüzleşir.

Instagram: restartmimarlikrestorasyon

0 Yorum

Yorum Alanı

Lütfen gerekli Alanları Doldurunuz *