Yaşadığı dönemin koşulları içinde yaptıklarını değerlendirirsek, bir cumhuriyet kadını olan; Mualla Eyüboğlu üzerine bir ahde vefa yazısıdır okuyacağınız.
Mualla Eyüboğlu, 1919 yılında Sivas'ın Aziziye ilçesinde doğmuştur. Babası Rahmi Bey, annesi Lütfiye Hanım ve kardeşleri Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Sabahattin Eyüboğlu'dur. 1942 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümünden mezun olan Mualla Eyüboğlu, döneminde bu alandaki dört kız öğrenciden biridir.
Yaşadığı dönemde gerçekleştirdiklerinin devrim niteliğinde olduğuna inandığım Mualla Eyüboğlu'nun serüveni, Köy Enstitüleri'nin kurucularından ve İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç ile tanışmasıyla başlamıştır. Köy Enstitüleri, Cumhuriyetin kuruluş döneminde %3 olan okur-yazarlık oranını önemli ölçüde artırmış ve ülkenin %90'ını oluşturan köylülerin eğitimine katkı sağlamıştır.
Bu projenin fikir babası dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, uygulayıcısı ise İsmail Hakkı Tonguç olmuştur. Ülkeyi 21 bölgeye ayıran bu eğitim kurumları, yer seçimlerini şehirlerden uzak, ancak tren istasyonlarına yakın bölgeleri tercih ederek yapmıştır. Enstitülerin ilk hedefi, köylerdeki kız ve erkek çocuklara okuma yazma öğretmek olmuş, ardından ziraatçılık, marangozluk gibi teknik derslerle teorik ve uygulama eğitimini bir arada sunma amacı güdülmüştür. Ayrıca, eğitimlerini tamamlayan öğrencilerin kendi köylerine geri dönerek zorunlu hizmet vermesi şartı getirilmiştir. Bu sayede mesleki ve teknik becerileri artırılmış, bu becerilere sahip olan kişilerin köylerine bilgi ve kalkınma sağlamaları hedeflenmiştir.
Mualla Eyüboğlu, 21 köy enstitüsünün kurulmasında büyük katkı sağlayan önemli kişilerden biridir. Yalnızca 24 yaşında olmasına rağmen, iki Macar Usta ile işbirliği yaparak tüm bu köy enstitülerinin planlarını çizmiş ve doğduğu yer olan Aziziye köyüne, askeri bir araç motorundan üretilen elektrikle bir köy enstitüsü inşa etmiştir.
Mualla Eyüboğlu, Eskişehir, Aydın, Kayseri ve Erzurum'da projelerin ve uygulamaların gerçekleştirildiği köy enstitüleri sırasında, bir bataklığı kurutmak için çalışırken zehirli sıtmaya yakalanmış ve İzmir'e getirilmiştir. Anadolu'ya olan derin sevgisiyle bilinen Mualla Eyüboğlu, İstanbul'da kaldığı süre boyunca Anadolu'ya dönme hayalleri kurmaktaydı. Ancak, ulvi bir amaç uğruna gerçekleştirdiği çalışmaların sonucunda yakalandığı bu hastalık nedeniyle babası tarafından "Artık Anadolu'ya dönemezsin" denilerek tekrar İstanbul'a dönmek zorunda kalmıştır.
Mualla Eyüboğlu, 1948 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Şehircilik ve Tasarım Geometri bölümünde asistan olarak çalışmaya başlamıştır. Bu dönemde Seyfi Arkan, Hüsnü Hamit, Mehmet Ali Handan, Turgut Cansever, Sedad Hakkı Eldem, Arif Hikmet Holtay, Ernst Diez gibi isimlerle birlikte çalışmış, ancak köy enstitülerinden gelen geçmişi nedeniyle daima dışlanmış hissetmiştir.
O dönemde Güzel Sanatlar Akademisi'nde hizmet veren Mualla Hanım, hükümet değişikliği ile birlikte köy enstitülerine verdiği hizmet nedeniyle komünist olarak damgalanan bu kurumlara olan katkılarına karşın derslerine alınmamış ve kendini dışlanmış hissetmiştir. Üzülerek belirtmek gerekir ki bu dışlanmanın somut nedenleri vardı.
Mualla Hanım, zaten masa başında çalışmayı sevmeyen bir uygulamacıydı ve Anadolu'ya geri dönebilme tutkusuyla yanıp tutuşuyordu. Alman Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Mittner'den gelen teklif üzerine Ephesos kazılarında kazı mimarı olarak çalışmaya başlamıştır. Aynı zamanda Prof. Albert Gabriel ve Prof. Dr. Halet Çambel ile arkeoloji alanındaki çalışmalarını sürdürmüş ve ayrıca Yayladağ ve Eceabat'ın imar planlarını hazırlamıştır.
Kendi bildiğiyle sınırlarını asla çizmeyen Mualla Hanım, özgün yaşam tarzını benimsemekte kararlıydı. Bu bağlamda, yalnızca kendi deneyimleriyle yetinmeyip kişisel sınırlarını zorlayarak, tek başına bir Avrupa seyahatine çıkmış ve İtalya ile Fransa'daki müzeleri ve anıtları ziyaret etmiştir. Bu bağımsız deneyimler, mesleki kararları üzerinde olumlu bir etki bırakmış ve Mualla Hanım'ın kişisel gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sayede, amaçlarına ulaşmıştır. Ardından, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nda raportör olarak görev yapmış ve bu vesileyle Anadolu serüvenine kaldığı yerden devam etme imkanını elde etmiştir.
Yaptığı restorasyonlarda, görülmeyen yerlerde çağdaş ve yeni malzemeyi kullanması, yeni kısımların eskiyle uyumu için eski malzemeden yararlanması, restoratör olarak belirgin özelliklerindendir.
Takdir edersiniz ki böylesi yoğun bir çalışma temposu içerisinde evlenip çocuk yapmaya fırsatı olmamıştır. Ta ki Alman Türkolog Dr. Robert Anhegger'e kadar... Mualla Anhegger olarak yaşamını sürdüren mimar, Robert Anhegger’den sıradışı bir evlilik teklifi almıştır. M.Ö. 4.yy.'a ait bir yüzüğü çiçeklerin içine koyan Anhegger, 1958 yılında, tanışmalarından tam on yıl sonra Mualla Hanım ile evlenmiştir. Hollanda Goethe Enstitüsü direktörlüğüne atanan Anhegger ile Amsterdam'a taşınan Mualla Hanım, Anıtlar Kurulu ve Rölöve Müdürlüğünden emekli olmuştur. Eşinin ölümünden sonra yeniden İstanbul'a dönen Mualla Hanım, ne yazık ki çalışmalarının çok az bir bölümünü yayımlamış ve yazma işini genellikle ertelemiştir.
Özellikle Türkiye'de diye başlamak istemezdim bu cümleye, ama evet, özellikle Türkiye'de, hele ki o yıllarda, bu cesaret ve azimle, Anadolu'yu karış karış gezip, her gittiği yere dokunup, iz bırakmış, yılmamış, yorulmamış, pes etmemiş bir kadın Mualla Eyüboğlu.
Köy Enstitülerinin Mimarı... Sayısız restorasyon projesi tamamlamış ve buna rağmen layığı olan değeri alamamış bir kadın. Kim bilir, kadın olmak mı, yazmamak mı, umursamamak mı bu eksikliği var eden? Peki, tarihe dokunuyorsanız ve bunu ancak yaşadığınız dönemin insanları ile paylaşıyor, gelecek kuşaklara yaptıklarınızı aktarmıyorsanız eksik kalmaz mı yapılanlar? Belki de hiç buna ayıracak vakti yoktu bu yoğun koşuşturmalı dünyasında. Belki o zaman bu kadar çok dokunamayacaktı Anadolu'ya...
Neyse ki, Tuba Çandar'ın "Hitit Güneşi" isimli kitabı bir nebze olsun örtmüştür bu eksikliği. İlgi duyan ve merak edenler, daha kapsamlı bilgiye bu kitaptan erişebilirler.
16 Ağustos 2009 yılında vefat eden Mualla Eyüboğlu, köy enstitüleri yüzünden komünist olarak da anılmıştır; Mevlevi şehirleriyle kurduğu dostluktan gerici olarak da... Özü açıktı aslında, Sabahattin Eyüboğlu'nun dediği gibi;
'...bizden memleketi sevmek... Gerisi boş...'
0 Yorum