Spor bilimleri üzerine akademik araştırmalar yapan bir eğitimci olarak her yeni akım ve popüler trendi takip etmeyi zorunluluk hisseden bir yapıya sahip olmayı kendimde bir gereksinim olarak görmekteyim. Bilimsel doğruluk sentezinden geçirdikten sonra danışanlarımın istekleri doğrultusunda hem ruhsal hem de fiziksel olarak danışanlarımı oldukları yerden yukarı çekebilmek için de çalışmalarıma severek devam etmekteyim; fakat bu aktarımımda son moda trendleri geride bırakıp 3 bin yıllık kadim Uzak Doğu felsefelerinden ve bize öğreteceklerinden bahsetmek istiyorum. Bazıları günümüze gelemeden yok olsa da tozlu sayfalardan günümüze kalanlar bile bizlere ışıklar tutmaktadır.
Her birimiz hiç farkına varmadan da olsa mevsim geçişlerinde biraz gergin, biraz huzursuz ya da tahammülsüz hissedebilmekteyiz. Bu kötü ruhsal belirtilerle birlikte uykusuzluk, iştahsızlık, aşırı şeker tüketimi, depresyon ya da fiziksel olarak da ağrı sızı hissedebilmekteyiz. Keza ay döngüsü değiştiğinde de türetebileceğimiz bu tip sorunlar hep yaşamışızdır. Sizce mevsim geçişleri ya da ay döngüsü değişim geçirdiğinde biz düşünebilen canlılar neden böyle sorunlar yaşamaktayız? Bu sorunun tek bir cevabı olmasa da %73’ünden fazlası sudan oluşan bir canlı olan bizlerin çekim gücünden iyi ya da kötü etkilendiği bilinmektedir. NASA’nın yaptığı araştırmalar doğrultusunda da bunun sadece psikolojik değil, fiziksel olarak da bizleri etkisi altına aldığı çokça araştırmayla ortaya konmuştur. Kuantum ve fazlası alanım olmadığı için bu araştırma konusunu siz Grey Dergisi okurlarının merakına ve araştırmacı ruhuna bırakıp kendi alanıma dönüyorum.
Mevsim geçişlerinin en büyük olumsuz etkilerinden biri de kendi elektriksel alanı olan beynimizin kendi kapasitesi dahilinde çalışamaması. Evet, doğru okudunuz. Beynimiz bazen efektif olarak yapması gerektiği işlemsel görevleri yapamaz ve vücudumuz bundan olumsuz olarak etkilenir. Mevsim geçişlerinde farklılaşabilen beynimiz nöron sinir sistemimize doğru komutları veremediğinde hormonal salgılarımız da değişir. Bizler bu mikro değişimleri fark edemesek de bunları fiziksel ya da ruhsal olarak hayata geçirmiş oluruz. Bu mikro salgısal farklılıkların bizleri nasıl kötü etkileyebildiğini üç küçük örnekle açıklayalım:
Eğer vücudumuz kortizol ve insülin salımını dengede tutmayıp iki hormonu da yükseltirse vücudumuz ihtiyacı olmasa bile şeker içeren besinler isteyecektir. Yeme dürtüsü baskılanamayacak şekilde açığa çıkabilir. Eğer vücudumuzda adrenalin- noradrenalin salınımında nöroadrel hormon yükselirse ruhsal olarak çöküntü, aşırı kaygı hali ve hatta depresyona bile girebiliriz. Son olarak da hipofizden salgılanan growth hormonunda ani bir yükseliş olursa eklem ve küçük kemiklerimizde büyük ağrılar meydana gelebilir. Vücudumuzda her şeyin dengede olması gerektiği asla unutulmamalıdır.
Peki, mevsim geçişlerinde meydana gelebilecek hormonal değişimleri nasıl dengeleyebiliriz?
Aslında organik beslenme modeli, sıralı, saatli ve uygun öğünlerle birlikte yapılan küçük yürüyüşler bile hormonal dalgalanmayı minimal boyutta tutabilir; fakat farkına varmadan yoğun strese maruz kaldığımız, güncel hayatımızın bitmeyen yoğunluğu ve kaliteli öğünler yerine hızlı ve geçiştirilen öğünler bizleri tamamen tüketip mevsim geçişlerinin etkilerini de arttırmaktadır. İşte burada hem mental hem de fiziksel dengemizi kurmak adına Uzak Doğu felsefelerinden örnekler alıp hayatımızı dengeye koyabiliriz.
“Zen felsefesi” bu konuda biz stres altında yaşamını idame etmek zorunda olanlar için mükemmel bir yardımcı olacaktır. Tabii ki keşişlerin binlerce yıl üzerinde geliştirdiği bu denge felsefesini öğrenmek, idrak etmek kolay olmayacaktır ama hayatlarınıza uygulamaya başladığınızda kişisel huzurunuzun ve fiziksel sağlığınızın iyileştiğini göreceksiniz. “Zen felsefesinin” birçok amacı, metodu ya da yöntemi olsa da biz şimdilik sadece nasıl stres düzeyi daha düşük yaşayabiliriz, nasıl mental ve fiziksel sağlığımızı koruyabiliriz kısmını inceleyeceğiz. En basit düzeyde ihtiyacımız olan kadarını hatta biraz daha azını yememizi öneren bu bakış açısının altında vücudumuzu toksit besinlerden (organik olmayan tüm besinler ve basit şeker, kötü yağlar gibi...) arındırmak, tüm hücrelerimize oksijen götürmek adına doğru nefes alıp verme yöntemlerini öğretmek ve kişinin kendi vücut ağırlığını kullanarak tüm kaslarımızın yaratılış anatomimize uygun şekilde esnetilip her zaman diri, güçlü ve dayanıklı tutmak yatmaktadır. Böylece dönem dönem oksijensiz kalabilen beynimize gerekli oksijeni her zaman götürebilmek, doğal besinlerle vücudumuzu gereksiz yorgunluktan kurtarmak ve doğru fleksibilite metotlarıyla vücudumuzu her zaman diri tutmak yatmaktadır. Reiki, yoga gibi tüm metotlar biz insanoğlu için Zen felsefesinin doğurduğu hediyelerdir. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalara göre 95 yaş üzeri sağlıklı insanların %80’i Zen felsefesinin benimsendiği Uzak Doğu topraklarında yaşamaktadır. Kısacası vücudumuza gereğinden fazla yüklenmek [Organik olmayan gıdalar tüketmek, fiziksel olarak çok çalışmak ya da hiç çalışmamak, mental çöküntü (Yoğun stres altında yaşamak zorunda olmak)] vücudumuzun ömrünü neredeyse yarı yarıya bitirmek demektir. Yaşama hakkı biz insanoğluna verilen bir hediyedir. Bu hediyenin kıymetini bilip onu ödüllendirmeli ve ona en iyi şekilde bakmalıyız. Zaten bedenimize ihtiyaçlarını vermek, zihinsel ve ruhsal olarak da dengede olabilmek kendimize ve sevdiklerimize vereceğimiz en büyük hediye olacaktır.
Zen der ki: “Eğer ihtiyacınız olandan fazlasını bedeninize alırsanız/ yaparsanız çok geçmeden ihtiyacınız olan bedeniniz ve ruhunuzu bırakmak zorunda kalırsınız.”
İş yoğunluğu ya da bir sürü problemle savaşmak zorunda olduğumuz hayatlarımızda en çok aksattığımız veya unuttuğumuz şeyin beden ve ruh sağlığımız olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir kez daha düşünüp ihtiyacımız olanı görmeliyiz. Artık bedenimizi ve ruhumuzu aksatmamalıyız.
Fiziksel ya da ruhsal ne olursa olsun baskıladığımız her şey sonrasında çok daha güçlü ve tehlikeli olarak ortaya çıkacaktır.
FİZİKSEL YA DA RUHSAL NE OLURSA OLSUN BASKILADIĞIMIZ HER ŞEY SONRASINDA ÇOK DAHA GÜÇLÜ VE TEHLİKELİ OLARAK ORTAYA ÇIKACAKTIR.
Dikkatli bakarsak her şeyin bir denge içinde devam ettiğini görebiliriz. Samanyolu Galaksisinin dönüş ritmi, nefes alışverişimiz, doğum, ölüm... Yaşayan bir organizma, temelde denge ve uyum içerisinde olmak ister. Rahatsızlık veya hastalıklar; ancak kişinin bu dengeyi yitirmesi sonucunda oluşur. Bizleri güçlü tutacak iyi edecek enerjisiyse bedensel, zihinsel ve ruhsal dengeyle ortaya çıkar.
Tüm Grey Dergisi okurlarına mutlu bir yıl dileyerek yazımı sonlandırıyorum. Hastalıkların ve kötü günlerin geride kaldığını umut ederek, huzurlu günlere emin adımlarla yürüdüğümüz günlerin geldiğini düşünüyor, herkese mutlu bir ay, huzurlu bir dönem, “dengeli” bir yaşam diliyorum.
Instagram: @tlghn
0 Yorum