Merhaba Grey okurları,
Bu ay size bir farkındalık yazısı yazmak istedim. Aslında istek değil de hayatın gidişatından bunlar döküldü cümlelerime.
Bu aralar karşılaştığım tüm insanlar, etrafındaki herkesin nezaketsiz, olumsuz, duyarsızlaştığı tavırlarından şikâyetçi. Yaşadığımız zaman, hayatın akışı, insanların ruh hali ne zaman bir masanın etrafında sohbet konusu olsa; insanlar yine insanları şikâyet ediyor. Haklılar mı? Ne yalan söyleyeyim evet, hak veriyorum.
Ben de hayatımda artık sıklıkla her cümlesi olumsuz, başarıyı aşağıya çekmeye çalışan, üretmeden sadece tüketen, negatif enerjisi arşa değmiş, hassasiyetleri ve değerleri azalmış, “düşene bir tekme de benden” eylemini huy edinmiş bir yığın insanla karşılaşıyorum. İşte tam da bu yüzden insanın insandan olan şikâyetlerine hak veriyorum.
Ve artık anlıyorum ki; bu dünya duyarlı, duygulu, rafine kalplerin yeri olmaktan çoktan uzaklaşmış. Eksik olana daha da eksik kalsın diye çelme takanlarla dolmuş dünya.
Sadece insanı değil, doğası gereği içgüdüsüyle hareket eden hayvanı da dahil olmuş bu kervana. Geçenlerde işe giderken yolda üç tane köpeğin kavgasına şahit oldum. Tek gözü görmeyen bir köpeğe, ondan daha iri iki köpeğin saldırdığını görünce bu dünyanın güçten düşene daha da aşağıya insin diye davrananların yeri olduğunu kabul ettim. Bir yaşıma daha girdim. Biraz daha büyüdüm. Çünkü ezildi, acıdı kalbim. Arabadan inip kovaladım diğer ikisini, ellerinden kurtardım. Mama verip, oturdum kaldırımın kenarına yemeğini yemesini bekledim. Sonra biraz başını sevdim, o anlık emniyette olduğunu hissettiğimde yola devam etmek için arabama tekrar bindim.
Biraz ilerledikten sonra dikiz aynasından gördüğüm manzara bir daha ezdi kalbimi. Oturmuş arkamdan gidişimi izlediğini görünce, o tek gözünü kaybetmiş canlının savaşının bundan sonra hep var olacağını düşündüm. Bunun soğuğu var, yarını var. Bunun bir ömrü var onun için. Ardından yine beynim konuşmaya başladı. Bilgisayarı açtım ve oturdum klavyenin başına. Genelde beynim konuştuğunda, elim çalışır, yazı yazarım. Yine cümlelerimi yan yana dizmeye başladım bu ayki köşe yazım için. Bu dünyanın güçsüzü korumama düzenine cümlelerim bile hayret ediyordu. Sahi insanlar âlemine geldiğimizde eksik diye hor görülen, yoksul diye hiçe sayılan insanlar da yok değil mi? Onları kimden korumalı? Hangi birinden kurtarmalı? Yolda gördüğüm köpeklerdeki gibi fiziki bir savaş değil ki insanlar âlemindeki! Kirli zihinlerin, kötü kalplerin kendinden eksik gördüğü ya da öyle sandığı kişilere uyguladığı psikolojik bir savaş. Kan çıkmıyor ama şahit olunca kanı çekiliyor insanın.
Sadece bununla da bitmiyor ki! Bir de düştüğü yerden kalkmaya çalışan ve bunu başaran insanların zaferinden tiksinen, kendine yediremeyip yine de yüze gülen çok yüzlü insanlar da var bu dünyada.
Arka sokaklarını, karanlık odalarını gördüğümüz insanlara ne yapmalı? “Hoşt” denilince gitmiyor ki bu canına yandıklarım!
Bu dünya duyarlı, duygulu, rafine kalplerin yeri değilmiş bir kez daha anladım. Cümlelerim bir serzeniş hali gibi gözükse de değil, tamamen bir farkındalık yazısı için dökülüyor parmak uçlarımdan.
Kendime hep “kendi hayatına bak ve kendi yolunu yürü, kimin ne olduğunun, nasıl göründüğünün, varlığının, sahip olduklarının senin hayatını değiştirecek bir etken olmadığını” söyledim. Basamakları çıkarken, yolumu yürürken, tökezlerken “yoluna devam et” edasıyla sırtımı sıvazladım. Ne hırsım oldu ne de bir başkasıyla yarış halindeydim. Ben de güçsüzdüm bir zamanlar ve ben de çoğu kez düşmüştüm.
Şimdilerde ayaklarımı sağlam basıyorum diye böbürlenmiyorum sadece kendimi seviyorum gelebildiğim bu yer için. Kendimi fark edip, yola çıkma cesaretini gösterip, emek verdiğim için kendimi bazen tebrik ediyorum.
Çünkü yollar zordur bilirsiniz! Kaygısız yaşamak büyük lüks evet ama kaygıdan gelen uykusuz gecelerimi hiç unutmadım.
Hepimiz bir zamanlar o gün karşıma çıkan tek gözlü köpek gibi savunmasız, eksik, güçsüz olduk ya da olacağız. Hayat bir noktada bizi tamamen bu iniş ve çıkışlarla sınav ediyor. Böyle anlarda kalbi taş olanlardan olmak yerine, eksik kaldığında bu eksikliğin sana neyi öğrettiğini düşünenlerden olmayı insanlık için umuyorum. Bence var olmanın nezaketi bu incelikten geçer. Bir başkasının neşesiyle, sahip olduklarıyla, nedenleriyle çok fazla ilgilenmeyip, kendi yolumuza bakmalıyız.
Kendine bak, sadece kendine bak canım insan. Sen kimsin? Sen ne yapıyorsun? Bu hayatta neye iyiliğinle dokunuyorsun? Göz açıp kapayıncaya dek geçip gidecek hayatta sen yolunu yürüyor musun?
Bu dünya eşsiz bir mucize... Hassas kalplerimizin yorulduğu bir yere lütfen dönüştürme. Mesela ilham ol birilerine. İlham al… İyilikten, tekrar kalkabilecek gücü bulandan kendine pay çıkar. Aileyi, arkadaşlığı, sevgiyi, çıkarsız ve menfaatsiz iletişimleri hayatında öncelik tutanları örnek al… Kalbini ısıt olur mu?
Ben de düştüm, sen de düştün bir zamanlar. Her canlı o eksik gözü arıyor bir yerlerde. Bazen bir baba sevgisinde, bazen ruh eşi bildiği kişinin sesinde… Bazen de kalabalık bir bayram kahvaltısında… Burası tek gözlü, zayıf, güçten düşmüşlerle dolu bir dünya. Bakma herkesin kahkahalarla gülüyor oluşuna. Modern dünyanın samimiyetsiz savunma gereçlerinden biri bu. Olmadığı kadar zengin, donanımlı, başarılı ve mutludur gibi yapmaya alışık bir dünya düzenine gebe gibi davranır bazı insanlar. Ama sen öyle insanların tam olarak gözünün içine bak! Göz ele verir, iyice bak. Tek gözünün eksik olduğunu anlayacaksın. Bir gün olur ya; masalardaki sohbetler biraz daha gülümser belki tüm bunları yaptığımızda…
Mayıs ayınız çok güzel olsun!
Sevgiler.
Instagram; hazaldiyebiri
Gerçekten "olması gereken"insan yüreğinin aynası olmuş yazınız.İnsanlık akmış kaleminizden tebrik ederim.Sevgi dolu yüreğinizden öpüyorum. Vijdan Ulusoy