Grey sohbet köşemizin bu sayıdaki konuğu; ilimizde yaşayan, üniversite hayatında Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Tasarımı bölümünü bitirip, farklı sektörlerde çalışırken, hislerinin ve hayallerinin peşinden gidip müziği profesyonel anlamda hayatına katan sevgili Akın Tezer Tunalı. Kendisiyle, söz ve müzikleri kendisine ait 10 şarkıdan oluşan albümünü, çalıştığı kalıp atölyesinin bile müziğine kattığı verimi ve gelecek hayalleri üzerine çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Hoş geldiniz, bize kendinizi tanıtır mısınız?
Merhaba, hoş bulduk. Ben Akın Tezer Tunalı. 15 Ekim 1985 tarihinde İzmit’te doğdum. Öğretmen bir anne, kalıp ustası bir babadan dünyaya geldim. Bir de şimdilerde matematik öğretmenliği yapan abim var. Üniversiteye kadar hep İzmit’te yaşadım. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Tasarımı bölümünü kazanınca çok uzun soluklu bir Türkiye serüvenim başladı. Böyle ifade ediyorum çünkü okul yıllarında çevre illere yaptığımız tiyatro oyunları ve kısa geziler ile doğu illerine oldukça hâkim hale geldim. Okuldan mezun olduğum sene de Samsun Sanat Tiyatrosu ile yollarımız kesişti ve 250 gün süren bir Türkiye turnesi yolculuğumuz oldu. Bu sayede de güzel ülkemizin her yerini gezme ve tanıma şansım oldu. Sonra ailemin desteği ile dil eğitimi için Avustralya’ya gittim. Orada bir buçuk sene kaldıktan sonra dönüp Kocaeli Üniversitesinde öğretim görevliliğine başladım. Bu arada özel tiyatrolara dekor ve kostüm tasarımı yapıyordum. İki yıl devam ettikten sonra askerlik zamanı gelmişti. Askerlik görevimi tamamladıktan sonra kendimi tamamıyla tiyatroya adadım. Devlet tiyatroları, şehir tiyatroları ve belediye tiyatrolarında sahnelenen birçok eserde Dekor ve Kostüm Kreatörlüğü yaptım. 2016 yılında gerek maddi sıkıntılar gerek sanata bakış açımdaki değişiklikler sebebiyle farklı bir sektöre yöneldim. Şimdi ise baba mesleğim olan döküm kalıpçılığını, babam ile beraber küçük bir atölyede devam ettirmekteyim.
Müzik serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?
Bu soruya eminim ki çoğu kişi çocuk yaşlarımda başladım diye cevap verir çünkü doğumumuzdan itibaren ninniler ile başlayan serüvenimizde müzik hep bir yerde yanımızda olur. Eh, haliyle benim de öyle, ilkokul yıllarında Tarkan’ın “Kıl Oldum Abi” şarkısıyla rap dansı yaptığım günleri hatırlıyorum ama benim için milat 1999 depremi diyebiliriz. Deprem birçoğumuzun hayatını etkilediği gibi benimkini de etkiledi. Depremi İzmit’te atlattık. Allah’a çok şükür yakın çevremizde bir zarar gören olmamıştı ama çevredeki manzara tabii ki çok kötüydü. Babaannem bizi ziyaret için Adana’dan buraya gelmişti, birkaç gün kalıp dönecekti. 1 ay kadar kalmak zorunda kaldı. O giderken ailem hem ona eşlik edeyim hem de depremin ardındaki manzaradan uzaklaşayım diye beni de onunla beraber gönderdi. Adana’da ne bir arkadaşım var ne bir çevrem... Babaannem ve ben tekiz evde. Amcamın üniversite yıllarında alıp sonradan sıkılıp kenara bıraktığı bir gitarı vardı. Bir gün onu elime aldım, kılıfın içinden bir de kitap çıktı. Akorlar yazıyordu. Her gün o kitaptaki bildiğim şarkıların yanındaki akorlara basmayı deneye deneye 1 ay içinde neredeyse kitabın yüzde ellisini çalıyor şekilde İzmit’e döndüm. Sonrasında da gitarı bir daha elimden hiç bırakmadım. Hani yolculuğa çıkarken, arkadaşlarla buluşmaya giderken aklımıza takılır ya lambayı kapattım mı diye; ben de hep gitarımı yanıma aldım mı düşüncesiyleydim.
Albüm çıkarmaya nasıl karar verdiniz?
Üniversitede okumak istediğim bölüme karar verdiğimde müziği ikinci plana atmam gerektiğini biliyordum ama bir karar vermem gerekiyordu. O zamanlar dahi irili ufaklı besteler yapıyordum. Tiyatro hayatım bir taraftan devam ederken özel tiyatroların ya da üniversite tiyatro kulüplerinin müziklerini yapmaya devam ediyordum. Böylece müziği asla hayatımdan çıkarmadım. Gerçekleştiremediğim tek hayal olan albüm çıkarma ise hep bir hayat uğraşından dolayı askıya alınıyordu. Bu arada eskiden beri yaptığım besteler bilgisayar ortamında, telefon ses kayıtlarında ya da kaybolan ajandalarda pek çok kez uçup gitti. Hayatımın düzeninin sağlam bir şekilde rayına oturduğunu düşündüğüm an dedim ki; işte şimdi hayalim için bir şeyler yapmanın zamanı geldi. Artık bestelerimi insanlarla paylaşmam, onların bir şekilde kaybolmadan gün yüzüne çıkması için çalışmam gerekiyor. Bu nedenle bestelerim arasından 10 tanesini seçip bir aranjör ile anlaştım ve kayıtları tamamlayıp albümü hazırladık. Yani kayda alınmayanları bir kenara bırakırsak önümüzdeki aylarda paylaşacağım daha çok şarkım var.
Bir yandan atölye, bir yandan albüm ve klipler… Hangisi kendinize daha yakın?
Albüm, besteler, fotoğraf çekimleri ve klipler. Bunlar ile uğraşmak insanın ruhunu yeniliyor. Yaptığım müziğin devamı bunlar, onun getirileri. Atölye ise benim mesleğim. Aslında ikisi de birbirine çok yakın çünkü birinde beynimin tamamını diğerinde ise ruhumun tamamını kullanıyorum. Atölyede çalışmak bedenen ve beynen çok yorucu olsa dahi Sahne Tasarımı mesleğimle kendime göre benzer yanları var. Bir tiyatro dekoru tasarlayacak olsanız önünüzdeki metne göre kendi hayal gücünüzü kullanarak bir ortam tasarlıyorsunuz. Bunu kâğıda ya da 3d programlar aracılığıyla ile bir şekilde resmediyorsunuz. Ondan sonra da kıymetli ustalar eşliğinde gerçek bir dekor haline getirip insanların beğenisine sunuyorsunuz. Benzer dediğim taraf ise şu anki işimde metin yok, teknik resim var. Geri kalan serüven çok benzer. Sadece doğrudan insanlara gitmiyor. Yaptığım kalıp bir makineye lazım olan yedek parçaya dönüştükten sonra insanlara hizmet eden makinelere dönüşüyor. Bu nedenle de bu mesleğe alışmam biraz kolay oldu. Müzik konusu ise bu işle beraber bana farklı ilhamlar veriyor. Akşamları atölyede çalışmak müziğim için inanılmaz verimli oluyor. Atölyede kaç tane beste yaptım, inanın sayısını hatırlamıyorum bile. Bazı insanlar “O kadar gürültü içinde nasıl müzik yapıyorsun?” diyorlar. Her makinenin kendine ait bir sesi ve bir tonu var. Bunlar dip ses diye tabir edilen bir sese dönüşüyor ve çalıştığı süre zarfı boyunca durmadan devam eden bir dem sese dönüşüyor. O devam ederken melodiler akmaya ve sözler gelmeye başladığında, içinde bulunduğum hisse göre şarkılar çıkmaya başlıyor. İkisi de benim için iç içe olduğundan onları uzak tutamıyorum.
Yıldızlar şarkınızın klibini İzmit'te çektiniz. Büyüdüğünüz sokaklarda klip çekmek size neler hissettirdi?
Yıldızlar şarkısının baş kısmını aslında İzmit sahildeki vapur iskelesinin yanındaki bir bankta yazmıştım. Bir yaz akşamıydı ve bir tek bulut dahi yoktu gökyüzünde. İçimdeki sıkkın durumu geçirmek için milyon tane şey geçiyordu kafamdan. Daha sonrasında eve gelip şarkının akorları ile beraber geri kalan kısmını bitirdim. Yaşayıp büyüdüğüm aynı zamanda hislendiğim sokaklardı İzmit sokakları. İlk yayınlayacağım parçanın Yıldızlar olacağına karar verdiğimde aklımda yürüme fikri vardı. Yürümekte önemli olan nereye vardığın değildir; önemli olan o yolların sana ne anlattığı, senin ne yaşadığın ve ne öğrendiğindir. Yıldızları izlemek de öyle önemli olan sadece görebildiğin yıldızları düşünmek değil, görmediğin yıldızların da yalnızlığını hissedip onun üzerine düşünmektir. Uzunca düşünülen saatler ve geçilen yolları tasvir ettiğini düşünürüm hep. Yürüme fikrini gerçekleştirmek istediğim tek yer ise İzmit yürüyüş yoluydu çünkü orada bugün bile yürüsem küçüklüğümde üstünden yürüdüğüm rayları hep hayal ederim. Klibi çekerken o raylardan yürüdüm sanki. O köprü üstünde öylece durmuşluğum ya da Uçurtma Tepesi’nde sabahın ilk ışıklarını izlemişliğim çoktur. Bir nevi ilk klip ile ben anılarımı tekrar yaşadım. Tahmin edersiniz ki bu da benim için inanılmaz bir his... İlk klibim tabii ki doğduğum, büyüdüğüm ve ilk hislerimi yaşadığım sokaklarda geçmeliydi. Bundan dolayı da çok mutluyum.
Hislerinizin peşinden gitmeye karar verdiğiniz noktalar olmuş baktığımızda. Peki bundan sonrası için hisleriniz neler söylüyor ya da hayalleriniz, beklentileriniz neler?
Yıllar içinde kendime kattıklarım ile kendimi kendime ispat ettiğimi düşünüyorum. Kendimi tanımayı ve becerilerimle gurur duymayı öğrendim. Hepimizin bu hayata gelmesinin bir amacı olduğunu düşünüyorum. Benim amacım bu hayata bir iz bırakmak. Yazdığım sözler veya melodilerimle beraber bu hayata bir ezgi bir iz bırakmak istiyorum. Hislerim de bu doğrultuda her seferinde daha güzel şarkılar çıkarabilmem için beni kamçılıyor. Bu albümde olmayan bir sürü şarkım var. Onlar da raflardan seçilecekleri günleri bekliyorlar. Daha çok söyleyecek şeyim olduğu için daha yapacağım çok şarkı var önümde. Gün geçtikçe onlar da birer birer kendilerini gösteriyorlar ve ortaya çıkmaya devam edeceklerine eminim. Bu noktadan sonraki beklentim ise insanların şarkılarımı dinlemesi. Dinledikçe kendilerinden bir şeyler bulacaklarına ve bundan keyif alacaklarına eminim.
Sizin dinlemekten keyif aldığınız şarkıcılar kimler?
Genelde müziğin evrenselliğinden dolayı hemen hemen her şeyi dinlemeye çalışırım. Dünya müziğinde ve yerel müziklerde neler yapılmış merak ederim. O yüzden birçok isim var aklımda: Türk sanatçılardan başlayacak olursak Pinhani, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Yaşlı Amca, Düşbaz ve aklıma şuan gelmeyen bir çok sanatçıdan bahsedebiliriz. Yabancı olarak da Steel Woods, Avenged Sevenfold, Marcus Miller, Dirty Loops. Aslında Türk ve yabancı olarak onlarca isim söyleyebilirim bu sorunuza ama şimdi düşünüyorum da kendi kendime kaldığımda en çok dinlediğim 3 yabancı sanatçı var. Onlar da Shawn James, İbrahim Maalouf ve Cody Jinks.
Şarkılarınızı yazarken ilham kaynağınız neydi veya ilhamdan daha ziyade şarkı yazmanın kuralları var mı?
Her şarkıda ilham kaynağı değişiyor. Canımı acıtan bir olayla karşılaştığımda, bir kadına aşık olduğumda, bir yaşlıya yardım ettiğimde, biri ile yeni tanışıp onunla bir şeyler paylaştığımda ya da birini üzdüğümde… Aslında şarkıyı yazarken gelen şey o anki hislere doğru tercüman olabilecek bir ezgi ve sözler. Bilgisayarımda kendi kendime kaydettiğim tonlarca melodi var. Bir hisleri olmadığı için ortaya çıkamıyorlar. Şu ana kadar hiçbir bestemin üstünde tekrar durup düşünme fırsatım olmadı, yapamam da zaten çünkü o anki his ve yoğunluk ile çıktı onlar. Tabii ki sonradan üzerine söz yazdıklarım oldu. Mesela parça çok kısa olmuştu, ikinci bir kıtaya ihtiyaç duyuyordu. Onu yazabilmek için bile kendimi aynı hissiyata döndürmeye çalışmak gerçekten zor bir durum. Şöyle bir örnek vereyim: “Sınav” isminde bir parçam var, albümün tamamı yayınlandığında dinleyebileceksiniz. Sınav parçası ikinci bir kıtayı hak ediyordu. Kayda gidene kadar içime sinen bir dörtlük yazamadım. Okuma sırası geldiğinde müzik ve ruh birleşti. Daha şarkının nakaratı gelmeden her şeyi durdurup bir kalem kâğıt istedim ve geri kalan kelimeler zihnimden kâğıda dökülüverdi.
Şarkı yazmanın bir kuralı yoktur bence. Tabii ki kendi içinde bir matematiği vardır. Buna şöyle bir cevap vereyim: 2000’li yılların başıydı. Haluk Levent İzmit’te bir radyo programına katıldı. Şimdi soruyu tam hatırlayamıyorum ama buna benzer bir soruydu sanıyorum. Odadaki eşyalar ile şu an bile bir şarkı yazabileceğini söylemişti. Rica etsek dener misin dediklerinde masadaki bardaktan mikrofona kadar gördüğü her şeyi içine koyduğu bir şarkı söylemişti. O an büyülenmiştim. Sonra merak edip ben de denedim, oluyor. Ben de becerebiliyorum. Çoğu zaman arkadaş ortamında şaka yollu öyle birçok şarkı söylemişimdir. Bu şekilde milyonlarca şarkı yapılabilir ama hisleri, duyguları ve anlattığı bir şeyi, bir derdi olan parçanın yerini asla tutmazlar.
İnstagram: tezerakin
0 Yorum