Sağlıklı Gelecek Nesiller İçin Kaleme Alınan Dopdolu Bir Eser; “Bebeğin Sihirli 1000 Günü” Jinekolog Op. Dr. İnci Uslu Çavuşoğlu

Psikoterapi, hipnoterapi ve rüya analistliği alanlarında uzmanlığı ile tanınan İnci Uslu Çavuşoğlu, Psikoterapi ve doğum teknikleri konusunda ilklere imza atıyor. Yaptığı çalışmalarla adından sıkça söz ettiren ve son dönemde bir ilki gerçekleştirerek yazmış olduğu, “Bebeğin Sihirli 1000 Günü” isimli kitabından ve içeriğinden bahsettiğimiz Jinekolog Op. Dr. İnci Uslu Çavuşoğlu ile keyifli ve bilgi dolu bir röportaj gerçekleştirdik. Sizler için gebelik, doğum, doğum sonrası süreçler, ağrısız doğum teknikleri… Gibi birçok soruya yanıt verdi!

Şimdi sizleri daha fazla sabırsızlandırmadan bu keyifli söyleşi ile baş başa bırakıyoruz.

Birden fazla unvanınız ve hepsinde göze çarpan başarılarınız var. Peki İnci Uslu Çavuşoğlu kendini ve hayatını nasıl tanımlar?
Merhaba sevgili Grey, ben İnci Uslu Çavuşoğlu. Bursalıyım. Bursa Anadolu Lisesi, İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gittim. Gerçekten Türkiye standartları için çok iyi ve başarılı bir eğitim hayatım oldu. Bunların yanı sıra kendimi yeni şeyler öğrenmeye meraklı, çok okuyan, zihni asla boş durmayan, bir yandan da yaşamın hakkını vermeye çalışan, sevgiye ve güzelliklere tutkun biri olarak tanımlarım. Kadın doğum uzmanlığımın yanında 10 seneyi aşkın bir süredir psikoterapi, hipnoz ve rüya terapistliği, enerji terapileri ve kadın-doğum disiplini ile bu teknikleri ihtiyaç halinde harmanlayarak yeni yaklaşımlar geliştirmek için çalışmaktayım. Bu yolculuğum aslında eğitim hayatım bitip sahada birebir hasta görmeye başladığım zaman yaşadığım bazı farkındalıklar ihtiyaçlar ile başladı diyebilirim.

Bu kitap projesi diğer insanların keşkeleri olmaması için hayata geçti. Çünkü bir bebeğin hayatı bir nehirse, ben bir kadın doğum hekimi ve terapist olarak bu suyun başındaydım, bu noktada anne-babaya, bebeğe yapabileceğim katkılar çok büyük ve önemliydi. O ilk sihirli 1000 günün başında hep ben vardım.

Ülkemizde psikoterapi ve kadın doğum hekimliğini bir arada yapan ilklerdensiniz. Bu konuya eğilmeniz nasıl başladı? Psikoterapi, hipnoterapi ve rüya analistliği nedir?
Terapilerde amaç kişinin hem kendisi ile ilgili problemleri tanımlaması hem de sonraki süreçte kendi hayatını psikolojik anlamda kontrol altına almayı öğrenmesidir. Çıkacak zorluklara karşı bireysel mücadele yapabilir hale gelmesidir. Bu yolda rehberlik etmek de terapistlerin işidir. Benim bu yola ilk girişim aslında hipnoz ile başladı. Hipnoz benim çıkış noktam. Hipnoz halk arasında sanki büyülü bir teknik gibi algılansa da aslında tabii ki tıbbi açıdan böyle bir durum söz konusu değil, yani hipnoz bir sahne şovu değil. Hipnoz aslında telkin yoluyla kişinin bilinçaltında kabul edebileceği değişiklikler oluşturma sanatı. Günlük hayatımız içinde son derece olağan bir durum aslında. Uyku değil, uyanıklık değil bir ara form diyebiliriz. Hani bazen bir filme, bir düşünceye dalıp gideriz ya işte öyle bir şey... Bu bilinç kanalı kullanıldığında bilinçaltında istenilen ve hastanın onay verdiği değişiklikler daha kolay oluşturulabilir... Dolayısıyla psikoterapi de bu noktada devreye girer, hipnozla bilinçaltına ulaştığınızda var olan karmaşık bir problemin ya da travmanın çözümünde kullanılan esas teknik psikoterapidir. Hipnoz bir yol, psikoterapi’nin etkinliğini artıran ve tekniği kolaylaştıran bir araçtır. Hekimlik gereği olarak çözüm odaklıyız, hastanın problemini bir an önce bulmak ve çözmek istiyoruz. Bu noktada hipnoz önceleri benim için de herkes gibi büyülü, kısa ve kestirme bir yoldu. Bilinçaltının kapılarını açıyordu ve çok ilgimi çekti. Ama yola çıkınca hipnozun tek başına yeterli olmadığı, tedavi için psikoterapi’nin gerçek bir ihtiyaç olduğunu gördüm. EFT (çok etkin bir enerji terapisidir) master oldum yine de psikoterapisiz olmayacağını fark ettim ve özel bir enstitüde yaklaşık 4 yıllık uzun bir eğitim aldım. Bilinçaltıyla ilgilenmeye başladığınızda onunla ilgili kullanabileceğiniz tüm materyale de insan hâkim olmak istiyor. O yüzden rüyalara da yöneldim. Rüya analisti oldum çünkü rüyalar bilinçaltının saf, katışıksız, en temiz, en dürüst halidir. Tüm bunların yanı sıra özellikle vajinismus problemlerini biraz daha rahat çözümleyebilmek adına aile danışmanlığını da tamamladım. Çünkü bir zaman sonra vajinismus hastalarında aile içi ilişkiler, kişisel ilişkiler, romantik ilişkiler tamamıyla bozulabiliyor. O süreci yönetmek gerçekten zor olabiliyor. Oradaki eksiği kapatabilmek için aile danışmanı da oldum. Psikolojide şöyle bir söz vardır; “Psikolojiye yönelme bazı ihtiyaçlardan doğar.” Şu an perinatal (gebelik, doğum, doğum sonu) psikoloji ile fazlasıyla ilgileniyorum. Yazdığım kitabın temeli de bu. Kendi anneliğimi tabii ki hep sorguladım. Bu yoğun çalışma hayatı içinde benim de elbette eksiklerim oldu. Şu an bildiklerimi keşke kızımı büyütürken biliyor olsaydım hep derim. Birçok noktada çok iyi bir anneydim ama hep mükemmeliyetçi bir tarafım vardı. Nasıl daha iyi olabilirdi diye sorgulayan tarafım bu kitap ile vücut buldu sanırım. Bu kitap projesi diğer insanların keşkeleri olmaması için hayata geçti. Çünkü bir bebeğin hayatı bir nehirse, ben bir kadın doğum hekimi ve terapist olarak bu suyun başındaydım, bu noktada anne-babaya, bebeğe yapabileceğim katkılar çok büyük ve önemliydi. O ilk sihirli 1000 günün başında hep ben vardım.

“Bebeğin Sihirli 1000 Günü” adlı kitabınız için öncelikle sizleri tebrik ediyoruz. Bizlere kitabınızın konusu hakkında bilgi verir misiniz? Böyle bir kitap yazma fikri nasıl oluştu?
Kitabın çıkış noktası sağlıklı gelecek nesiller… Çok bilinmeyen ama aslında bebeğin gelecekteki ruhsal sağlığı için çok önemli olan bu alana el atıp anne ve bebeklere dokunmam gerektiğini hissettiğim için bu yola çıktım. Bizim fakülte yıllarımızda aldığımız eğitim son derece mekanik bir eğitimdi. En doğru teşhisi koy, tedaviyi düzenle ve uygula. Peki, insan faktörü bunun neresindeydi? Hastaya bunu nasıl anlatacağız, onu nasıl ikna edeceğiz, nasıl iletişim kuracak ve sürdüreceğiz? Bunlar lisans eğitimimiz içinde ağırlığı olan şeyler değildi. Uzman olduğumda ilk kez hastaları peş peşe 9 ay görüp izleme deneyimim oldu. Hastaların ve gebelerin psikolojik süreçleriyle ilk kez o zaman sahada karşılaştım. Fiziksel tedavi süreçlerinde duygusal süreçlerini de gözlemleme fırsatım oldu. O aşamada onlara gerekli tedavileri sunmadan önce onlarla sağlıklı bir iletişim kurmam ve onların duygularına dokunmam gerektiğini fark ettim.

Bebek dünyaya geldiği anda anne karnındaki rahat ortamdan çıkıp dış dünyanın stresli yüzü ile karşı karşıya kalıyor. Kadın için de annelik önceleri bir bilinmezlik. Bu noktada doğum ve sonrası süreçler için hem anneyi, hem babayı, hem çevreyi ve dolaylı yoldan da bebeği hazırlamaya çalışıyorum ve kitabım ışık olsun istiyorum.

Doğum ve gebelik takibi esnasında yaşadığım farkındalıklar benim zihnimde yeni bir alanın daha doğmasına sebep oldu. Çocukluktan getirdiğimiz problemler ve kişilik döngülerimiz hayatımız boyunca tekrarlanarak kaderimiz haline gelmekteydi ve ilk 1000 gün son derece önemliydi. Tüm bunlar bugün yazdığım kitabın oluşumunda bana ilham oldu. Kitabımın adı “Bebeğin Sihirli 1000 Günü” bebeğin gelişim sürecinde ‘ilk 1000 gün’ olarak tanımlanan bir kavram vardır. Döllendiği andan itibaren 2. yaşın sonuna kadar olan 1000 günlük dönem, bebeğin ruhsal, fiziksel, zihinsel sağlığı açısından kilit görevi görür. İlk 2 yaş çok kritik bir dönemdir. Bu süreçte anne ve bebekle ilk karşılaşan ben olduğum için de omuzlarımda çok ciddi bir sorumluluk hissettim.

Annelerin duygu durumlarını düzenlemek; geçmişten getirdikleri deneyimlerini, kendi anneleri ile olan ilişkilerini ve annelik tutumlarını etkileyebilecek tüm psikolojik engeller ve sıkıntılarını gözden geçirerek işe başladım. Gebelikteki 9 aylık dönem aslında hiçte kısa bir dönem değil. Anneler ile yakın temas kurarak doğru mesajlar verebilmeye çalıştım. Onlarla kadınlıklarının ve anneliklerinin sorumluluğunu alabilmeleri, kendilerini geliştirebilmeleri, hatalarını fark etmeleri ve onları düzelttikleri takdirde bebekler ile nasıl daha sağlıklı bir iletişim kurabilecekleri ile ilgili çalışmalar yaptım. Tabi bunların hepsi önceleri terapi şeklinde değildi. Yaşam içindeki deneyimlerimizin de aslında az ya da çok bir terapi etkisi vardır. Bizimkilerde ilk etapta farkındalık ve deneyim çalışmalarıydı. Hekim-hasta ilişkisi içinde değişimler oluşturmak başlangıç noktamdı. Gerekli durumlarda elbette bireysel terapiler devreye girdi. Tüm bunların yanı sıra ben, anne ile bebek temasında baba mutlaka araya girsin istiyorum. Babalık tutumu öğrenilen ve geliştirilebilen bir şeydir. Babalar anne - bebek ikilisinin yanında durduklarında, sorumluluk aldıklarında sistem dengeli bir üçlü haline gelir. Eğer eş desteği varsa annenin psikolojisinin daha iyi olduğunu dolay ı s ıyla bebeğinkinin de olumlu etkilendiğini biliyoruz. Elbette baba ve anne üzerinde etkili diğer çevresel faktörlerde dikkate alınmalı… Bebek dünyaya geldiği anda anne karnındaki rahat ortamdan çıkıp dış dünyanın stresli yüzü ile karşı karşıya kalıyor. Kadın için de annelik önceleri bir bilinmezlik. Bu noktada doğum ve sonras ı süreçler için hem anneyi, hem babayı, hem çevreyi ve dolaylı yoldan da bebeği hazırlamaya çalışıyorum ve kitabım ışık olsun istiyorum.

Kitabınız ile hangi kitleye hitap ediyorsunuz?
Kitabın amacı ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı gelecek nesiller. Kitabımda tüm anne ve baba adaylarına hitap ediyor, yanı sıra büyük ebeveynler dediğimiz anneannelere dedelere de vurgu yapılıyor. Onların tutumları ne olmalı, nasıl olmalı… Gebelikte, doğum ve sonrası süreçte ebeveynlerin yanında olan tüm sağlık çalışanlarına da faydalı olacağını düşünüyorum. Keza kitabın konusu ruh sağlığı çalışanları içinde ilgi çekici… Çünkü yetişkin, çocuk, ergen psikolojisi, çift terapisi vs. bilindik alanlar ama anne karnındaki bebeğin zihinsel yapısı, doğum sonrası anne-bebek birleşik yapısının (matrisinin) ruhsal dinamikleri, karşılaşılacak problemler, yapılabilecek katkılar vs… bunlar gerçekten yeni ve ilgi çekici konular. Bu kitabın onlara da katkısı olacağını düşünüyorum. Araya serpiştirdiğim psikolojik analizler eminim özellikle onların ilgisini çekecektir. Kitabımda okuyucuyu psikoloji, sinirbilim vb. alanlardaki akademik makalelere de yönlendirdim. İsteyen bu kanaldan ilerleyerek kendini akademik yönden de geliştirebilir.

Türkiye’de kadınlar jinekologlara gitmeye çekiniyorlar ve bu sebeple birçok hastalığa önlem almakta gecikiyorlar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, kadınlar gerçekten jinekologa gitmeye çekiniyorlar çünkü genelde genital bölge kadınlarda ayıp, kötü, bazen korkutucu bazen de tiksindirici olarak niteleniyor ve ötekileştirilerek, bastırılıyor. Kadın doğumcuya gitmek, en mahrem ve pis(!) yerini bir diğerine göstermek olarak algılanıyor. Kök duygularımız bunu ayıp sayıyor ve kadın utanıyor, kendini kötü hissediyor. Dolayısıyla genital bölge ile ilgili rahatsızlıkları, görüntüleri vs. bir hekimle paylaşmak, muayene olmak genel olarak çekinilen bir durum.

Muayene esnasında beyinde bu stresli bölgeler uyarıldığı için beden de stres moduna giriyor ve kasılıyor. Olumsuz duyguların etkisi altında bedenimiz kasıldıkça, vajen kasları da aynı şekilde sertleşiyor ve kapanıyor bu yüzden muayene ağrılı bir hale geliyor. Muayene esnasında ağrı deneyimlendikçe muayeneden daha da kaçınılıyor. Kaçıldıkça doğal olarak erken teşhis edilerek tedavi edilebilecek rahatsızlıklar atlanıyor. Belki tespit ettiğiniz anda tedavi edemeyeceğiniz ileri safhalara ulaşabiliyor. Bunun için toplumsal bilinç oluşturulması gerekiyor. Bu noktada bize ve ebeveynlere görev düşüyor tabi. Çocuklarımızı, genç kızlarımızı korkutarak, utandırarak, ayıplayarak değil gerçek bilimsel bilgilerle donatmamızın önemi burada ortaya çıkıyor. Bastırılan, ötekileştirilen tutumlar maalesef ilerde korku, utanma, saklama gibi tepkilerle bazen ise aşırı merak ve kontrolsüz cinsel davranışlarla karşımıza çıkabiliyor. Yani korunmasız cinsel davranışlar da görülebiliyor, vajinismus da oluşabiliyor. Bunlar tabi ki iki uç örnek.

Kadın hastalıkları ve doğumla ilgili öne çıkan birkaç sorumuz var… Eskiden daha rahat bir süreç yaşanıyormuş gibi simdi ise hamilelik daha planlı ve programlı gelişiyor. Bu süreçteki değişim nedeni nedir?
Bu aslında normal bir süreç... Gebelikle ilgili bilgimiz, deneyimimiz her geçen gün daha da artıyor. Değişim aslında olumlu yönde. Vücudun ihtiyaçlarının yanı sıra ruhsal ihtiyaçlarının da dengeli bir şekilde karşılanması gerektiğini yeni yeni fark ediyoruz. Sonuçta bir bebeğin fiziksel gelişimi için ihtiyacı olan maddeleri desteklemek sağlık için önemli bir ön koşul. Diğer yandan psikolojik ihtiyaçları da fark etmeye başlıyoruz. Dolayısıyla onları yerine koymak, daha ideal bir yaşama hazırlık dönemi kurgulamak hem ebeveynlerin hem de bizim görevimiz. İyi anne-baba olmak adına bebeğin bedensel ihtiyaçlarına takıntılı olan geniş bir kitle de yok değil. Besinlerin, vitaminlerin mililitrelerini, miligramlarını takıntılı bir şekilde takip eden bir kitle var. Gebelik ve ebeveynlik çok özel bir süreç, herkes bebeğine elbette kusursuz bakım vermek istiyor. Oysa böyle kusursuz bir dünya yok, hepimiz hatalar yapabiliriz. Bebekler bu noktada psikolojik olarak kusursuz olmaya çalışırken tükenmiş anne-babaya değil, gerçek anne ve babaya ihtiyaç duyar. Ufak tefek kusurları olsa da genel olarak samimi, sevecen, dürüst, güven veren huzurlu bir anne baba bebeğe daha iyi gelir. Bebeğin bedensel ihtiyaçlarının yanında ruhsal ihtiyaçları da tam olarak doyurulmalıdır. Mükemmelin peşinde koşarken tükenmiş anne – baba bebeğin fiziksel ihtiyaçlarını tam olarak karşılasa da ruhsal ihtiyaçları açısından eksik kalır. İstemeden kendi stres ve kaygılarını bebeğe yükler. Kötü enerji, kötü duygu, stres bir virüs gibi bulaşıcıdır ve bu noktada ebeveynlerin öncelikle kendi ruhsal dengelerini korumaları gerektiğinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kadınlar hamile kaldıklarında çevreden gelen söylemlerden fazlasıyla etkileniyorlar. Ayrıca internet ve sosyal medyada çok fazla bilgi kirliliği var. Hamilelere ve anne olmayı düşünenlere neler önerirsiniz?
Evet, maalesef sosyal medya ve internet çok fazla hayatımızın içine girmiş durumda. Gereksiz bir bilgi kirliliği mevcut ve tabii ki o ham internet bilgisini değerlendirebilecek tıp bilgisi de herkeste mevcut değil. Hatta çoğu kez kişiye fayda yerine zarar bile verebiliyor bu tarz araştırmalar. Örneğin vajinal kanama için arama yapıldığında karşımıza çıkan “kanser olabilir” bilgisi insanı çok ciddi strese sürükleyen ve tetikleyici bir etki doğurabiliyor. Böyle bir durumda güvenilir kaynaklar okunsa da okuduğumuz bilgilerin duygusal anaforuna kapılma olasılığımız maalesef her zaman yüksek. Aslında bir problem varsa gidip muayene olmak en iyisi. Kendi durumumuza özel en sağlıklı ve güvenilir bilgiye bizzat muayene olarak kendi doktorumuzdan ulaşabiliriz.

Bazen anne, baba adaylarının ikisinde de herhangi bir sorun olmadığı belirtilip uzmanlar tarafından “Stresten dolayı çocuğunuz olmuyor.” denilebiliyor. Bu normal bir durum mudur? Stresten dolayı eşlerin çocuk sahibi olamaması mümkün müdür?
Evet, stres doğurganlığı etkileyebiliyor. Çünkü stres hormonları doğurganlığımızı yöneten tüm sistemlerimizi, beynin işleyişini ve hormonal yapımızı olumsuz etkiliyor. Bizler tedavi düzenlerken her zaman stres kontrolünün önemini vurguluyoruz. Eğer profesyonel bir destek alması gerekiyorsa mutlaka kendisine yardımcı oluyoruz. Ben genelde çok stresli hastalarımda önden birkaç seans terapi yapmayı seviyorum. Onlara “can simidi” dediğim gerektiğinde kendi kendilerini yatıştıracak teknikler öğretiyorum. Nefes terapisi, oto hipnoz ve bazı enerji tekniklerini bir araya getiriyorum, onlara evde yapılabilecek stres düzenleyici bazı yöntemler gösteriyorum; hayata karşı daha pozitif bakış tarzları oluşturmaya çalışıyorum. Çünkü çiftlerin stresleri yönetebilmeleri, kendilerini yatıştırabilmeleri ve kendilerini onarabilmeleri çok önemlidir. Gebe kalmak için önemli olduğu kadar gebe kaldıktan sonra da sağlıklı anne - baba tutumları oluşturmak açısından da önemli bir durum bu.

Kök inançlarımız bilinçaltına aittir. Kulağımızın alışık olduğu çaresizlik, değersizlik, yetersizlik gibi kök inançlar annemizle ve sonrasında dış dünyayla girdiğimiz ilk ilişkiyle şekillenir. Zihnimizdeki dünya algısının oluşumunda bu ilk deneyimler önemlidir.

Bebekler doğumu hisseder mi?
3 yaşına kadar bebeklerin algı düzlemi yetişkinlikteki gibi değildir. 3 yaş öncesini pek hatırlamayız, sonrasında olayları hatırlamaya, bilinçli hafıza kayıtları tutmaya başlarız. Ama bu 3 yaşından önceki dönemde hiçbir algımızın olmadığı, hiçbir şey hissetmediğimiz anlamına gelmez. O dönemde bilinçaltı kayıtları oluştururuz ve bilinçli zihnimiz bu temellerin üzerinde yapılanır. Yani bilinçaltında bütün veri birikir ve daha sonraki yaşamda kullanacağımız duygu, düşünce ve davranış örüntülerimiz bu ana yapının üzerinde şekillenir.

Kök inançlarımız bilinçaltına aittir. Kulağımızın alışık olduğu çaresizlik, değersizlik, yetersizlik gibi kök inançlar annemizle ve sonrasında dış dünyayla girdiğimiz ilk ilişkiyle şekillenir. Zihnimizdeki dünya algısının oluşumunda bu ilk deneyimler önemlidir. Doğum bebekler açısından daha yumuşak ve stressiz bir geçiş olarak yaşandığında sonraki hayatları için daha sağlam bir algı zemini oluşturur. Dünya farklı ama güvenli ve keyifli bir yer olarak deneyimlenir. Anne karnında bebek sanki bir cennette gibidir. Besini, oksijeni her şeyi çabasız bir şekilde annesi tarafından sunulmaktadır. Doğumda ise birden büyü bozulur ve dış dünyada hayatta kalmak için çaba sarf etmeye başlar. Bu onun için daha önce bilmediği farklı bir deneyimdir. Stresli doğumlar bebeğe de stres yükler. Algı bozulur, dış dünya şüphe ile karşılanır. Doğal keyifli bir doğum ise aslında bir değişim ve olgunlaşma deneyimidir. Doğumda bebeğin hissettikleriyle ilgili kabul gören bir takım teoriler mevcuttur. Örneğin karanlık yerde duramayanların, kapalı yerlerden rahatsız olanların gebelik ve doğumdaki bu geçiş anıyla ilgili olumsuz bilinçdışı kayıtları olabileceği yönünde bazı bulgular ortaya çıkmıştır.

Ağrısız doğum teknikleri nelerdir?
İlk olarak aklımıza epidural anestezi geliyor tabi. Bele taktığımız bir kateter vasıtasıyla belden aşağısının ağrı algısını ortadan kaldırmaya yönelik özel bir anestezi tekniğidir. Bunun yanında bazı kolaylaştırıcı yöntemlerde var. Bunlar bazı akupunktur noktalarına yaptığımız basılar, masajlar, bebeğin doğum kanalından inmesini kolaylaştırıcı pozisyonlar, bebeğin başının yerleşmesi için anneye verdiğimiz özel pozisyonlar, yer çekimini kullanma, doğum topunu kullanma gibi birtakım tekniklerle doğumu daha konforlu hale getirebiliyoruz. Aslında doğum dalgalarını güzel karşılayabilir ve doğal doğum sürecini işletebilirsek vücut kendi ağrı kesicisini kendi salgılar hale zaten geliyor. Bizim için çok önemli olan bir diğer faktör ise oksijenli ortam. Çünkü rahim bol oksijenli ortamda çok güzel ve ağrısız çalışıyor. Öncelik doğal doğum döngüsünü desteklemek, anneyi rahatlatmak, doğru nefeslerle rahime bol oksijen göndermek, anneye doğru pozisyonlar aldırarak yer çekiminin de etkisiyle bebeğin sağlıklı ilerlemesini sağlamak. Bu tedbirler yetersiz kalır ya da anne yorulursa o zaman epidural anesteziye başvuruyoruz.

Ülkemizde partnerler arasında büyük bir sorun olarak karşımıza vajinismus sorunu çıkmaktadır. Vajinismus nedir? Tedavisi nasıldır? Kişi kendi kendine vajinismusu aşabilir mi?
Vajinismus cinsel ilişki esnasında vajen 1/3 dış kas grubunun kasılması, vajen girişinin istem dışı kapanması ve penisin vajinaya girişinin mümkün olmaması halidir. Psikojenik kökenli bir rahatsızlıktır, dolayısıyla tedavisi de bir takım egzersizler eşliğinde psikoterapi ile mümkün olmaktadır. Kişinin kendi kendine vajinismusu aşması mümkün değildir. Çünkü bu bilinçdışı gerçekleşen bir eylemdir. Sorunu aşamadıkça kendine güveni, psikolojik durumu ve hatta partneriyle olan ilişkisi etkilenecektir. Burada izlediğimiz bir tehdit ve kapanma sürecidir; kadın penisi, cinsel ilişkiyi, partnerini, vajinaya ya da vücuda giren herhangi bir şeyi tehdit olarak algılar. Altta yatan psikolojik nedene ulaşmak ve bu nedene yönelik bir tedavi oluşturmak esastır. Çünkü vajinismus aslında kadının kaçınma ve kendini koruma tepkisidir. Tehdit karşısında vücut kendini korumaya çekmektedir. Kapama tepkisi devam ederken zorla vajene giren penis vajinismus açısından bir başarı olarak kabul edilmemelidir çünkü burada önemli olan kadının penisi vajene isteyerek kabul edebilir hale gelmesidir. Tedavide hedef erkek ile kadının vajinal ilişki ile zevk alacak noktaya taşınmasıdır.

Adres: Ömerağa, Hürriyet Cd. 113/2, 41300 İzmit Kocaeli
İletişim: 0262 322 37 37
Instagram: opdrincicavusoglu

0 Yorum

Yorum Alanı

Lütfen gerekli Alanları Doldurunuz *